October 10, 2014 | Memo

Türkiye’yi NATO’dan çıkartma vakti mi?

FDD Research

Translation by Merve Tahiroglu, view original article here

Suriye'nin batısındaki Kürt şehri Kobani Irak ve Şam İslâm Devleti (Işid) tarafından kuşatılmış durumda. ABD liderliğindeki koalisyon Kobani’yi kuşatan cihadçıları vurmakta (Çarşamba ve Perşembe günleri toplam 13 hava saldırısı yapıldı), fakat hava saldırıları yeterli olmayacak gibi görünüyor. Yaşanacak katliami önlemek için en iyi durumdaki güç, tankerleri şu anda Suriye sınırında konumlanmış olan Türk askerleri gibi duruyor. Fakat 2 Ekimdeki meclis kararına rağmen Türkler bu savaşa katılmayı reddediyorlar. Meclis kararından bir hafta geçmiş olmasına rağmen, Türkiye henüz Işid-karşıtı koalisyonun hiç bir operasyonuna katılmadı.

Türkiye’nin Batı’nın müttefiği olarak konumu düşüşe geçmiş durumda. Ankara, koalisyon operasyonlarının Suriye’deki Esad rejimini de kapsayacak şekilde genişletilmediği sürece, inatçı bir tavır ile koalisyona karşı direniyor. Işid Suriye ve Irak’ta endişe verici bir şekilde ilerleme kaydederken, Türkiye’nin 200 den fazla F-16 uçağı yararsız bir halde kenarda beklemek ile yetiniyor. Bu, Müslüman dünyasındaki diğer tüm müttefiklerin – mesela Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve hatta Ürdün – tavrına karşıt bir tutum: bu devletlerin hepsi Işid’e karşi yapılan hava saldırılarına katılmaktalar.  

Türkiye’nin yokluğu dikkat çekiyor. Türkiye, Müslüman dünyasındakı tüm devletler arasından tek NATO üyesi olan ülke. Tabiki, Işid’e karşı olan bu savaş bir NATO misyonu değil. Fakat bu gelişmeler Erdoğan hükümetinin Orta Doğu’daki istikrarı koruma konusunda ne kadar az şey yaptığına dair bir hatırlatma.  

Türkiye, Işid’e karşı bu savaşı bir çok açıdan zorlaştırdı. Ankara, bir kaç Amerikan silahsız hava aracının kendi topraklarından uçmasına izin vermek dışında, Batı’nın Türkiye’deki hava üssünden işlem yürütmesini reddetmekte. Bu durum müttefikleri, silahlı hava saldırılarını Katar, Ürdün ya da BAE’deki hava üslerinden yapmaya zorladı. Incirlik’deki NATO hava üssu konusunda ise Ankara, şu an için herhangi bir saldırı amaçlı operasyon açısından kullanılamayacağını açıkça belirtti.  

Bu şaşırtıcı bir durum olmamalı. Nitekim İncirlik uzun süredir bu açıdan kullanıma kapalı bir üs. Ankara 2003’teki Irak savaşı ve sonrasında ABD’nin İncirliği kinetik operasyonlar için kullanmasını reddetmişti. Bunun yerine hava üssü sadece lojistik destek ve eğitimler için kullanıllmıştı. İncirlik Türkiye’ye ait bir üs, ama NATO tüzüğünün 5inci maddesine göre Türkiye teknik olarak NATO faaliyetleri kapsamında üssün kullanımını kısıtlayamıyor.  Yine de, İncirlik’te bulunan ABD personel ve ekipmanını kısıtlayabiliyor ve zaten sürekli olarak da kısıtlamıştır.

Muhakkak ki Türk’lerin bu bahstız ABD-Irak savaşına katılmak istememiş olması haklı görülebilir. Fakat bu, Türkiye’nin diğer uluslararası çatışmalara olan katkılarını göz ardı etmek anlamına gelir. Mesela NATO’nun 2001’deki Afganistan misyonunu ele alalım. Türkiye’nin bu misyondaki rolü de yalnızca lojistik destek ve eğitim olarak kısıtlı olmuştur ve Türkiye hiçbir muhabere faaliyetine katılmamıştır. Aynı şekilde NATO’nun Kosova ve diğer Balkan operasyonlarında da Türkiye 400’den fazla personel ile katkı sağlamış olsa da, bu personeli yalnızca eğitim, gözlem ve destek amaçlı olarak göndermiştir.

Kabul etmeliyiz ki Ankara NATO’nun Libya operasyonunda ciddi bir rol üstlenmiş ve bir çok savaş uçağı ve firkateyn göndermiştir. Fakat bu da tamamen Erdoğan’ın kendi şartları altında olmuştur: Türkiye, AK partinin ideolojik ilhamını aldığı Müsluman Kardeşler’in Libya’da siyasi bir aktör olarak yükselişini siyasi bir kazanç olarak görmuştur.  

Türkiye kuşukusuz başka, daha kücük çaplı uluslararası operasyonlara da katılmıştır. Ama Akdeniz’deki 11 Eyül sonrası devriye gezinimleri, Somali korsanlarına karşı mücadele amaçlı olan Kızıl denizdeki devriye gezinimleri, hatta şu anda NATO’nun denizcilik grubu ile sefer yapan Türk firkateynleri bile ortadaki huzur bozucu bir gerçeği değiştirmeye yetmiyor: Türkiye Batı için güvenilir bir müttefik değil.  

Türkiye’nin aktif bir NATO partneri olmaktaki isteksizliği yalnızca askeri operasyonlar ile ölçülemez. Nitekim NATO, Dünya barışını korumak adına da ciddi bir çaba sarf etmiştir. Organizasyon bir çok operasyon problemi yaşamış olup eski etkinliğini kaybetmiştir. Afganistan koalisyonundaki ceşitli askeri birliklerin catışan angajman kuralları bunlara ek bir fonksiyon bozukluğu katmıştır.

Yine de NATO üyeliği bugün hala bir önem taşımaktaktadır. Bu müttefiklik Batı’nın değerlerini taşıyan elit bir grup olarak tasarlanmıştı. 1949 yılında ortaya konulan NATO tüzüğü, üyelerin her birinin bir diğerini ideolojik düşmanlara karşı korumak ile sorumlu tutar. Alenen laik bir devlet olarak kurulan ve yönetilen Türkiye Cumhuriyeti, NATO kuruluşundan 3 yıl sonra 1952 yılında bu şartları kabul etmişti.

Tabii ki NATO en başta komünizm ile mücadele için kurulmuş bir teşkilattı. Fakat zaman içinde uluslararası sistemi tehdit eden unsurlar değişti. Bugünün en buyuk tehdidi Işid, el Kaide ve benzeri terör örgütlerini körükleyen cihatçı ideolojidir. 

Ama artık açıkça ortadadır ki Türkiye bir zamanlar Müslüman dünyasında laikliğin semboli iken bugün artık bu tehdide karşı en iyi ihtimalde kararsız davranmakta, en kotü ihtimalde ise iştirak etmektedir.

AKP’nin Müslüman Kardeşler’in bir fraksiyonu oluşu, bu anlamdaki eğilimleri açısından iyi bir ipucu veriyor. Daha da huzursuz edici bir durum ise, Türkiye Filistinli terör örgütü Hamas’ın en büyük destekçisi halindedir ve bir çok örgüt liderinin Türkiye’den operasyon yürütmesine izin vermektedir. Türkiye istikrarlı bir şekilde uluslararası terör finansmanı standartlarına uymakta başarışız olmuş, kendi topraklarındaki el Kaide üyelerini bile terör listesine almayı başaramamıştır. Hatta el Kaide lideri Ayman al-Zawahiri’ye sadakat ahdeden Nusra cephesi gibi örgütlerin terör örgütleri olduğunu kabul etmekte bile isteksiz davranmıstır. Tehlikeli derecede gevşek olan Suriye-sınırı politikaları ise Işid’in yükselişine katkıda bulunmuştur. Terör sponsorluğu konusunda bir Dünya lideri olan İran’in yasadışı nükleer programını engelleye çalışan tüm uluslarası çabalar karşısında, Türkiye İran’ın uluslararası yaptırımları delmesine yardımcı olmuştur.   

Ankara’nın geçen yıl Eylül ayında Çin’deki ABD yaptırımları altındaki bir firmadan füze alacağına dair açıklaması da bir çok şey ifade etmişti. ABD ve NATO’nun çok ciddi baskıları sonunda anlaşmadan vazgeçilmişti. Ama Türkiye’nin bu ve benzeri politikaları, Batı’nın sessizliği karşısında devam ediyor.

Kobani’deki kriz, Türkiye’nin ne kadar zor bir müttefik olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Vaşington’un ve diğer koalisyon üyelerinin Türkiye’yi koalisyona almak için çok büyük çabalarına rağmen, şu anda bir gerçek açıkça ortada: AKP yönetimi altındakı Türkiye ümitsiz bir vaka durumundadır. Bu Türkiye gerçek bir NATO partneri olmayı bırakın, Işid’e karşı bu savaşta bile gerçek bir partner değildir.  

Jonathan Schanzer is the VP of Research at Foundation for Defense of Democracies. Find him on Twitter, @JSchanzer

Merve Tahiroglu is a Research Associate at Foundation for Defense of Democracies.

Issues:

Turkey